Önce şunu kabul edelim. Vesveselerle gerçekten mücadele edebilmemiz için öncelikle insanın kendisini tanıması ve sınırlarını bilmesi gerekir. Şu soruların cevapları üzerine düşünmeden ve doğru kaynaklardan araştırmadan vesveselerle baş etmek pek mümkün değildir: İnsan hangi düşüncelerini engelleyebilir, hangilerini engelleyemez? Duygularını ne ölçüde kontrol altına alabilir? İnsanın, zihnini tamamen kontrol etmesi mümkün müdür? Allah bizi düşüncelerimizden sorumlu tutar mı?
Yukarıdaki soruların cevabını şeytanın bize neler fısıldadığı örnekleriyle düşünmeye çalışalım. Soruların cevaplarını, hepimizin başına gelen şeylerle örneklendirmeye çalışacağım. Şeytan bizi nasıl yanıltabilir?
1. Düşünmeyi korku aracı kılarak...
İnsan ani gelen düşüncelerini engelleyemez. Bu yüzden aklımıza gelen otomatik düşüncelerden de sorumlu değiliz. İçimizden en olmadık şeyleri, en ahlaksız şeyleri geçirebiliriz. Birden aklımıza düşebilir. Burada önemli olan ona kötü niyet karıştırmamak, onu sürekli tasarlamamak ve eyleme geçirme planları yapmamaktır. Birine kıskançlık beslediğimizde ya da cinsel bir dürtü geldiğinde telaşa kapılmak yerine insanın fıtratında olan bu dürtüleri kabul etmek ve onlarla nasıl baş edebileceğimiz üzerine yoğunlaşmak gerekir. Bu duygu ve dürtüler oldukça doğaldır ve Allah, onları kontrol altına alacak iradeyi bizlere ilham etmiştir.
Yusuf kıssasını hatırlayalım. Yusuf, evli bir kadını arzuluyordu ve ”arzulamamalıyım” diye telaşa kapılmıyordu. Yapacak bir şey yok yani, ısrarla Yusuf'un üstüne yürüyerek gelen güzel bir kadını doğal olarak o an arzulamıştı. Ama Yusuf ne yapmıştı? Rabbine sığınmış ve Rahman ona meyletmesini yani cinsel dürtüsünün fiile geçmesini engellemişti. İşte, insanın kendini tanıması, bu gibi şeylerin başına gelebileceğini bilmesi onu nefsiyle mücadelesinde daha emin kılıyor. Kendimize şunu söylemeliyiz: Ben bir gün birini arzulayabilirim, bu çok doğal bir şey ve benim engelleyeceğim bir şey değil fakat bunun sınırını koruma iradesine sahibim ve Allah'ın yardımıyla Allah'ın sınırlarını aşmamak benim elimde. Elimizde olmayan şeylere enerjimizi tüketmek ve kendimizi hırpalamak yerine elimizde olan şeyler için maximum verimde hareket etmeliyiz.
Yine başka bir örnekte olduğu gibi Allah hiçbir ayette bize, ''öfkelenmeyin'' demiyor. ''Öfkenizi yutun'' diyor. Yani öfkenizin sizi ele geçirmesine izin vermeyin diyor. Eğer öfkeyi toptan bir şekilde ortadan kaldırmaya cüret edersek hakkımızı veya bir başkasının hakkını savunurken yeterli motivasyona sahip olmadığımızı görebiliriz. Her duygunun bize kattığı olumlu yönleri elbet var. Mühim olan onları doğru bir yere kanalize edip faydalı kısımlarından faydalanabilme bilincine sahip olmamız. Evet, duyguları kontrol altına almak gerçekten zor, bunun için birçok fedakarlık yapmamız gerekebilir, bir şeylerden vazgeçmemiz gerekebilir. Hayvandan bir farkımız olabilmesi için bi zahmet bunları yapalım :) Yoksa irademiz nerede devreye girecek ki? Herkes duygularını kontrol etmeden hareket ederse dünya aniden bir cehenneme dönüşebilir. Hatta bu konuya benzer bir film vardı: The Purge. Filmde Amerika'da bir gün tüm suçları işlemek serbest oluyor. Düşünebiliyor musunuz? Ki filmde yansıtılanlar iyimser bakış açısıyla aktarılmış bence. İnsanın aklına daha neler geliyor...
The Purge movie
Özetle, duygularımızı ancak akışına bırakarak kontrol altına alabiliriz. Üzülmemiz gerekiyorsa üzüleceğiz, öfkelenmemiz gerekiyorsa öfkeleneceğiz. Bunlar bizi zayıf birer kimse yapmaz. Yakup peygamberden, Musa peygamberden ve diğer peygamberlerden daha mı güçlüyüz ki bunları zayıflık olarak görüyoruz? Peygamberlerin hepsinin belirli duygularla imtihan edildiğini görüyoruz.
Bunun yanında dini olarak da bir şeyleri elbette sorgulayabiliriz. Hatta sorguladıkça ayetlerin hikmetini daha iyi görebiliyoruz. Allah bize demiyor mu, ''Kur'an'ı düşüne düşüne oku''(Müzemmil 4) oku diye. Belki de en temel ahlaki şeylerin bile üzerinde düşünme ihtiyacı duyabiliriz. Mesela zina neden haramdır, domuz etini yemek neden yasaklanmıştır, neden namazın belirli vakitlerde kılınması emredilmiştir... Aklınıza daha bir sürü soru geliyor olabilir. ''Allah dediyse benim için bitmiştir, hiç düşünmem bile'' diyenleriniz elbet olacaktır. Bizim için de Allah dediyse bitmiştir tabii ki ama tefekkür, bilinç, ilim sahipleri gibi kavramlarını ne ile dolduracaksınız? Asıl teslim olmak, Allah'ın sistemini anlamaya çalışma gayretinde olmaktır. Çünkü böyle biri, Allah'ın sistemini anlamaya çalışarak emir ve yasakları titizlikle öğrenip içselleştirerek onu en iyi şekilde anlayıp yaşatmaya ve aktarmaya çalışacaktır. Bir insanın, Allah'ın sistemini sorgulayarak anlama çabasında olmasının, kafasını buna yormasının, enerjisini buna harcamasının neresi kötü olabilir? Öte yandan, aklımıza şüphe düştüğünde ve o şüphenin üzerine gitmedikçe o şüphe bizi bırakacak mı? Aksine, bizi büyük ihtimalle imandan daha da uzaklaştıracak.
Tecrübelerime dayanarak da söylemeliyim ki ne zaman içime bir şüphe düşse ve o şeyi sorgulamaktan korkmayarak üzerine gitsem sonucunda Allah'a çok daha yaklaştığımı görüyorum. Çünkü kafamda oturtamadığım şeyi temiz bir akılla ve samimiyetle sorguladığımda Allah'ın bizler için verdiği hükümlerin hiçbirinin boşuna olmadığını görüyorum. O şeyi daha faziletli bir şekilde uygulamaya çalışıyorum. Ha tabii ki bu, her şeyi anlayacağımız veya en doğru şekilde anlayacağımız anlamına asla gelmez. O an göremiyor olabiliriz, ilmimiz veya kapasitemiz yetmiyor olabilir, imtihanda olabiliriz... İşte orada da Allah'ın bize bunu göstereceğine ve kalbimizi tatmin edeceğine güvenmemiz gerekir. Arayıp bulmak isteyeni Rabbimiz asla ve asla boş çevirmez.
''Beni çağırdığı vakit çağıranın çağrısına karşılık veririm.''(Bakara 186)
O halde acele etmeden, Allah'a sığınarak bekleyelim:
“İnsanoğlu aceleci bir yaratılışa sahiptir; zamanı gelince size mesajlarımı göstereceğim, acele etmenize hiç gerek yok.” (Enbiya 37)
''De ki: Acele isteyip durduğunuzun bir kısmı belki de arkanıza takılmıştır.''(Neml 27)
Bu konuyu çok sevdiğim Ebu Mansur el Maturidi'nin meşhur sözüyle noktalayalım: ''Düşünmemeyi telkin eden her his şeytandır.''
2. Ümitsizliğe düşürerek...
''Allah’ın rahmetinden yalnızca inkarcılar ümit keser.''(Yusuf 87)
Ne olursa olsun, bize imkansız gelen şeylerde dahi umudumuzu yitirmemeliyiz. Elbette ümitsiz ve çaresiz hissettiğimiz zamanlar olabilir. Ümitsiz hissetmekle ümitsiz olmak aynı şeyler de değil zaten. Bazen ümitsiz hissetsek bile Allah'tan ümit kesmeyeceğimizi biliriz ama o an öyle hissettiğimizin ve bu hissin geçici olduğu bilincindeyizdir. Keza üzülmek, ağlamak ve yalnız hissetmek de aynı şekilde düşünülebilir. Müslümanlar arasında çok yanlış ve çok yıpratıcı bir anlayış var. Müslüman birinin depresyona girmeyeceği ve üzülüp ağlamaması gerektiği... Tamamen safsata. Yakup peygamber imansız biri miydi de Yusuf'un kaybıyla gözlerine ak düşecek kadar gözyaşına boğuldu? Haşa. Aksine Yakup peygamber insani olarak üzülüp ağlıyor ama bir yandan da Rabbine güveniyordu. Yakup peygamberi de tıpkı şu anda bize yapılan gibi yargılamamışlar mıydı? ''Ağlamak iyi değil, kendini heba ediyorsun yapma''... Ama Yakup peygamber onu bu şekilde anlamadan konuşanlara çok güzel bir cevap vermiyor mu?: ''Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim.''(Yusuf 86)
“Yusuf'u anmaya devam edersen, vallahi sonunda üzüntünden ya hasta olacaksın veya öleceksin.” dediler. Yakub, “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim. Ben, Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.(Yusuf 85-86)
Allah aşkına, kendisini yalnız, üzgün, kötü hissettiğini söyleyen birine, ''Allah var neden böyle hissediyorsun'' demeyin. O kişi eğer imanlı biriyse bunu bilmiyor mu sizce? Onun yerine o hissi anladığımızı söyleyip onun kaynağına inip çözüm üreterek ve elbette Allah'ın kendisiyle olduğunu hatırlatarak o kişiye teselli olabiliriz. Müslüman şöyle olma böyle olmaz diye haddimizi aşan söylemlerle aslında çok büyük bir vebale girebileceğimizi unutmayalım. İnsan, insanın yoldaşıdır.
Elbette sıkışmış hissettiğimiz bu zamanlarda bizi ve tüm evreni yaratmaya gücü olan Allah'ın bizim derdimize derman olacak kudrete de sahip olduğunu içselleştirmemiz gerekir. Bu aşamada iman, insanın yüzde yüz realist olmasına, “Allah’ın izni” istisnasıyla sınır getirerek aklından dahi geçirmediği ihtimallerle bizlere cevap verir. Bunun en bariz örneğini Zekeriya kıssasında görüyoruz. Zekeriya, çocuk yapma kabiliyetinden yoksun olacak kadar yaşlı ve karısı da kısırdı. Yani çocuk yapmaları için “iki imkansızlık” vardı. Bu çok çarpıcı bir detay. Gerçekçi baktığımızda çocuklarının olması ikisi açısından da imkansız. Fakat Zekeriya, “sana ettiğim dualarım hiç karşılıksız kalmadı”(Meryem 4) diye Rabbine yalvarıyor ve Rahman ona bir çocuk bahşediyor. İşte iman, böylesine ümitvar olmamızı sağlıyor ve sonucunda Rabbimiz bizi hiç ummadığımız şekilde mükafatlandırıyor.
3. İnsanı olduğundan daha iyi konumda göstererek...
Şeytan bize kendi hatalarımızı unutturur ve başkalarının hatalarına odaklanmamızı güzel gösterir. Hatırlayın, İblis de hatasını kabul etmeyip hatasında ısrar ettiği için şeytanlaşmıştı. Ve bu durum zamanla iyi amellerin de kendimizden geldiğine ikna eder bizi, Karunlaştırır. İyiliğin ve güzelliğin Allah’tan geldiğini unutarak kibre sürükleniriz.
Güzelliğin kaynağı Allah, bizler yalnızca güzelliğin bir parçası ve aracısıyız.
4. İnsanı olduğundan daha alt konumda göstererek...
Bir işe ehil olabilir, o işi Allah sayesinde güzel yapabiliriz. Ama şeytan vesvese vererek sürekli yetersiz olduğumuzu söyler. Gereksiz mütevaziliğe alıştırır bizi. Müslüman olarak hayatın her alanında örneklik teşkil etmek için işi üstlenmemiz gerekirken, ezilip büzülerek mütevazi olduğumuzu zanneder ve çoğu şeyden geri mahrum bırakırız kendimizi. Halbuki Süleyman ve Yusuf peygamber örnekliğinde tam tersi söz konusudur.
“Rabbim, bana öyle bir saltanat ver ki benden sonra hiç kimsede olmasın. Şüphesiz sen ihsanı bol olansın.”(38:35)
Süleyman, işe ehil olduğunu düşündüğü için, Allah’ın rızasını saltanat vesilesiyle daha iyi yapacağına güvendiği için böyle bir dua ediyor. İddialı bir dua fakat içi boş bir iddiadan ibaret değil. Cesurca. Zaten son cümleden anlıyoruz ki ona gelen iyiliğin Allah’tan geldiğini çok iyi biliyor.
Yusuf peygamber de köleydi, hapishaneden yeni çıkmıştı fakat ona rağmen krala ve tecrübeli siyasilere karşı tavsiyeler verirken, “bu insanlar benden daha ileride, beni dikkate alırlar mı” demeden yönetici olmaya aday olmuştu. Her iki peygamber örnekliğinde görüyoruz ki özgüvenin kaynağı da Allah. Allah yolunda iyi işler yapmada önderlik etmemiz için özgüvenli olmalıyız.
5. Fakirlikle korkutarak...
''Şeytan sizi fakirlikle korkutur, sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler.”(Bakara 268)
Şeytanın fakirlikle korkutmasını maddi anlamının yanında kıskançlıkla bağdaştırabiliriz. Kıskanç insan kendinde olan iyi özelliklerin başkasında olmasını istemez. Sanki başkalarında olduğunda ondan eksilen bir şeyler var hissine kapılır. Aslında şeytan kişiyi fakirlikle korkutur. Zira, kıskanç kişi her bakımdan kendisinin zengin olmasını ister. Bilgisini, malını diğer insanlardan esirger. Kıskançlık aynı zamanda cimriliği de doğurmuş olur. Halbuki Rahman ve Vedud olan Allah'ta hepimize yetecek kadar sevgi, mükafat ve cennetinde hepimizi alacak kadar yeri var.
6. Sonsuzluk ile...
“Şeytan ona vesvese verip, “Ey Adem, sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir hükümranlık göstereyim mi?”(Taha 120)
Herkesin şeytanı farklıdır, çünkü zaaflarımız farklı. Adem’in de zaafı saltanat veya mülktü ve şeytan onu bununla saptırmaya çalışmıştı. Şeytan Adem'e, “sonsuzluk ağacı” vaat etmişti. Çünkü insan zaafı olan şeyin sanki hiç bitmeyeceğini zanneder. Haz, sonsuzluk ister. Çok sevdiği çocuğuna, eşine, malına, statüsüne sanki hiç kaybetmeyecekmiş gibi bağlanır. İşte şeytan, bu güzel şeylerin sanki sonsuza kadar sürecekmiş hissini aşılar insana, öyle vesvese verir. Böyle düşünen insan da mezara girinceye dek buna aldanır.
BU VESVESELERLE NASIL BAŞ EDELİM?
1. Allah'a sığınmak.
''Eğer şeytan, seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. O, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir.''(41:36)
”De ki: "Rabb'im! Şeytanların etkilemelerinden Sana sığınırım. Tanrım! Yanımda bulunmalarından da sana sığınırım."(23:97-98)
2. İç konuşmalarımızı vahy ile aydınlatmak.
''Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.''(Kaf 16)
Nefsimizin bize ne söylediğini en iyi bilen Alim ve Habir olan Yaratıcı, şahdamarından daha yakın olduğunu hatırlatarak bizlere yol gösteriyor. Şahdamarı, akıldan kalbe giden bir yoldur. Allah'ın şahdamarından daha yakın olması O'nun akıl ile kalp arasına müdahale etmesidir. İç konuşmalarımızı, aklımızın kılavuzu olan vahy ile sürdürerek kötü düşünceleri kovabiliriz.
3. Hakikate karşı hassas ve duyarlı olmak.
''Takva sahipleri, şeytandan bir dürtü olduğu zaman, düşünüp hemen gerçeği kavrarlar.''(Araf 201)
4. Tevekkül etmek.
''Kuşkusuz, iman etmiş ve Rabb'lerine tevekkül eden kimseler üzerinde, şeytanın bir sultanlığı yoktur.''(Nahl 99)
Yani ''Allah bize yeter'' deyip O'na dayanmak ve sonsuz güvenmek. Kendimizi O'nun ellerine bırakmak... Tevekkül için önce sabretmeli, yani direnmeli, bir şeyler yapmalı, o şeyi kovuşturmak için eylemde bulunmalı ve sonra tevekkül etmeliyiz.
''Onlar sabredenler ve Rabbine tevekkül edenlerdir.''(Nahl 42)
5. Rahatlamak ve vesvesenin gerginliğini atmak için suyun enerjisine başvurabiliriz.
''Kulumuz Eyyub'u da hatırla! Bir vakit Rabbine, 'Şeytan bana bir bitkinlik ve eziyet verdi' diye yalvarmıştı. Ona, 'Ayağını yere vur. İşte, yıkanacak ve içilecek soğuk bir su' dedik.''(Sad 41-42)
Şüphesiz ki en doğrusunu Allah bilir.